Koşunun %60’ı zihinsel, kalan %40’ı ise zihinseldir. Bazı kaynaklarda bu oran %80-%20 veya %50-%50 olarak gösterilse de, ana fikir genel olarak değişmez.
İster olimpik seviye orta mesafe koşucusu olun, isterse ilk 10 kilometresini tamamlamaya çalışan bir hafta sonu savaşçısı*, formül herkes için geçerlidir. Çünkü, temel olarak hepimizin amacı, iyi bir performans ortaya koyabilmektir. Bu, bütün çalışmalarımızın meyvesidir. Genetik kodlarımızın çoktan yazılmış olduğunu kabul ettikten sonra, kendi sınırlarımız içinde savaşırız…
Önce yaptığımız antrenmanlar, daha sonra genetik haritamız sınırımızı belirler (dikkat, tersi Haile için doğru olabilir, bizim için değil). Yani çarpacağımız ilk duvar bizim ördüğümüz yerde durur. Bizim gibi, hafta sonu savaşçılığını bir adım ileri götüren koşucular için ise duvar ile genetik arasında kat edecek çok fazla mesafe vardır -neyse ki-.
Her yarışta bir kırılma noktası olur. Eforumuzun üst seviyeye çıktığı, nabzımızın tavan yaptığı, nefesimizin düzensizleştiği o kaotik anlarda devam etmek ve bırakmak arasında bir seçim yaparız, hedeflerimizi revize ederiz, yavaşlamayı düşünürüz ve pes etmek için sebepler üretiriz. Daha doğrusu, zihnimiz pes etmek için bizi ikna etmeye çalışır. Bunu vücudun bir savunma mekanizması olarak görüyorum. Normal şartlarda dakikada 60 atan bir kalbin 3 saat boyunca dakikada 160 defa kan pompalaması organizmanın bir şekilde tepki vermesine sebep olsa gerek.
Bilmiyorum aşağıdaki cümleler size tanıdık gelir mi?
“Yeterince hazırlanamadım.”
“Geçen hafta iyi dinlenemedim.”
“İstediğim dereceyi seneye koşarım.”
“Benim burada ne işim var?”
“Şanssızlığa bak, dizim ağrımaya başladı.”
“Bu sene hava çok sıcak.”
“Bu sene hava çok soğuk.”
“Mümkün değil bu hızı sürdüremem.”
“Şu arkadaki yavaş gurupla koşsam daha iyi galiba”
“Öndeki gurubu yakalayıp yavaşlarım.”
İşte bu zihinsel bir savaştır. Bu savaşı kimi zaman kazanır, kimi zaman kaybederiz. Kazanmak için ise bazı silahlarımızın olması her zaman iyidir.
Mesela;
Antrenmanınıza güvenin.
Yarış sırasında, geçirdiğiniz hazırlık sürecinin, yaptığınız antrenmanların, eforunuzu sürdürmeniz için size gerekli fiziksel gücü verdiğine inanın. Ama, yola çıkmadan önce geriye dönüp, hazırlıklarınıza ve tüm o emeğinize tarafsız olarak bakmayı bilin. Her şeyi başarabilirsiniz, eğer hedefleriniz rasyonel bir şekilde seçildiyse. Bu cümle tartışmaya açık gibi görünse de sözünü ettiğim şey çok net. Alın size kendimden bir örnek.
Aynı yıl koştuğum 1:32 yarı maratonun üstüne 2009’da Berlin maratonunu koşmaya karar verdim. Hazırlıklarıma başladım. Yeterli hıza sahiptim. Ama hızımı sürdürebilecek dayanıklılığım yoktu. Uzun koşular hiç sevmediğim antrenmanlardı, Berlin’e giderken de uzun antrenmanlardan kaçındım. Yarışta kişisel en iyi derecemi koştum. Ama sadece yarı maraton mesafesinde. İlk yarıyı 1:29’la geçtikten sonra Berlin’de hala yıkılmamış bir duvar olduğunu farkettim ve yarışı 3:16’da bitirdim. Sürdürdüğüm antrenman biçimiyle maratonu 3 saatin altında koşamayacağımı içten içe biliyordum, oynadığım kumar bile değildi, kendimi kandırmıştım.
Kendinize güvenin.
Bilmem açıklamaya gerek var mı? Ama belirtmek istediğim bir şey var ki, bunu da fazla abartmayın. Koşucu antrenmanlarda ve yarışlarda kendiyle baş başa kalır, sınırlarını öğrenir, vücudunu tanır, zihnini eğitir. Kendi kendimize yalan söylemediğimiz sürece kendine güven yapıcıdır.
Batıl veya rasyonel inançlarınız olsun.
Hazırlık döneminde yaptığınız anahtar bir antrenmanın sonucuna güvenin. Yarış öncesi içtiğiniz gizli karışımınızın etkisine güvenin. Arkadaşlarınızın desteğine güvenin. Bu gibi şeyler kırılma anında tutunabileceğiniz bir dal olabilir.
Yarışı parçalara bölün.
Yarışlarda kendinize makul hedefler koyun. Amacınız 1:24 ile yarı maraton bitirmekse ilk 10 kilometreyi 40 dakikada geçmeye odaklanın, bunu defalarca yaptığınızı, ve sizi çok zorlamayacağını düşünün. Kendinizi inandırın, bu inanç kırılma noktasını geçmenize yardımcı olacaktır. 10 kilometreden sonra 20 dakikalık bir 5 kilometre düşünün, ondan sonra ise finişteki mutluluğunuzu hayal edin.
Olumsuza değil olumluya -hedefinize- odaklanın.
Bir maratonun 20. kilometresinde yarışın yarısının bittiğini düşünün, önünüzde daha 20 kilometre olduğunu düşünmek size yarar sağlamayacaktır.
Yarıştan bir önceki gün yarışı hayal eder, her aşamasında kendimi nasıl hissedeceğimi düşünürüm. Finişteki mutluluğumu hayal ederim. Kronometrede hedef zamanımı gördüğümü düşünürüm. Bu düşünceler yarış anında bana destek olur. Pek çok kırılma anı yaşadım, hangisin nasıl aştığımı bilmiyorum, sanırım bu iş biraz alışkanlığa dönüştü. Yarışların bu tarafını seviyorum…
Önemli dip not:
Tükendiğinizi düşünmeye ilk başladığınızda, ya da zihniniz size bittiğinizi söylediğinde, kapasitenizin %60 ila 70’i arasında bir yerde olursunuz.
Tüm duvarları aşacağınız keyifli koşular dileğiyle..
*Bu terimi McCormack’in “I’m Here to Win” kitabında gördüm. Rekreatif sporcuları tanımlamak için kullanmış. Adamı seviyor mu dövüyor mu belli değil, ama genede güzel bir deyiş olmuş.
“Koşunun %60′ı zihinsel, kalan %40′ı ise zihinseldir” mi? Bunlardan biri fiziksel olacak ama acaba hangisi:)
Sezer, koşunun fiziksel kısmı antrenmanlarda zaten çözülüyor. Bu formül biraz bakış açısıyla alakalı. Vücudum koşmayı bırakmak için bana yalvarırken en iyi derecelerimi koştum. Yarışın hemen başında 1 kilometre sürdüremeyeceğimi hissettiğim tempoyla 5 veya 10 kilometre koştuğumu biliyorum. Elimizde olanlarla -yeteneğimiz, antrenmanlarımız- ne yapabileceğimiz %100 zihinseldir. Anlatmak istediğim bakış açısı işte tam olarak bu 😉
Evet galiba bazen elimizde olmadan kendimize çeşitli engeller, bahaneler yani duvarlar inşa ediyoruz. Bu duvarları aşmak için de yine kendimizle uğraşmak zorunda kalıyoruz.
Koşmak sanat kadar aynı zamanda bir mühendislik işi de sanırım… 🙂
Güzel yazı için teşekkürler.