20-21 Nisan hafta sonu İznik’te İznikUltra’nın ikincisi gerçekleştirildi. Macera Akademisi tarafından organize edilen bir 10K yol koşusu, 42 km’lik bir dağ maratonu ile 80 ve 130 kilometrelik iki patika ultra maratonu koşuldu. 130K’da yarışa başlayan 43 kişiden 29’u, 80K’da 68 kişiden 55’i ve 42K’da başlayan 102 kişiden 94’ü yarışı tamamlamış. 10K yol koşusunda ise start alan 287 kişiden 281’i finish çizgisini geçmiş (tüm sonuçlar) Toplamda tam 500 koşucunun yarışlarda start aldığı bu büyük koşu organizasyonunda gazete ahalisinden Aykut 130K, Mert ve Ilgaz ise 80K yarışındaydı. Yarış hakkında kısa bir sohbet yaptılar, aşağıda okuyabilirsiniz.
Ilgaz: Aykut önce senden başlayalım istersen. Sen geçen sene de bu sene de uzun parkuru koştun. Bizden daha fazla şey gördün, yaşadın. İznikUltra’nın ilk yarışı için yazdığımız bir ortak yazı vardı, bundan beri neleri değişmiş gördün, ilk dikkatini çeken fark neydi bu sene?
Aykut: 2012’de bizlere bir şey hissettirmeseler de yarışın ilk olması dolayısı ile hesapta olmayan sorunların yaşanabileceği düşüncesiyle mutlaka organizasyonda da bir gerginlik vardı. Bu kez herkesi çok daha rahat gördüm. Yaşanabilecek sorunlar belli olduğu için önlemler alınmış ve otomatiğe bağlanmış gibiydi. Küçük bir fuar alanının tahsis edilmesi ile son dakikada bazı gerekli malzemelerin bulunması için ortam yaratılmış olması da güzeldi.
Gönüllü sayısının katlanmış olması yine dikkatimi çeken bir başka değişiklikti. Bu da birçok anlamda işleyişi hızlandırmış. Halkın ilgisinin son derece fazla olduğunu geçen sene de söylemiştik ama yine de “bu insanlar gerçekten bu mesafeleri koşacak mı?” ya da “bu uzunlukta bir koşu yarışı olabilir mi?” şeklinde kuşkuları olduğunu hissedebiliyorduk. Hem halk hem de yerel yönetimler bu işin gerçekten yapılabildiğini gördükten sonra bu işe daha bir inanmaya başlamışlar. Bir de istasyonlar daha da zenginleşmiş ve besin çeşidi artmış olarak gördüm. Patates cipsi, peynir ve tuzlu fıstık ilk aklıma gelenler. Özetlemek gerekirse gecen sene zaten yüksek olan standart daha da yukarı çekilmiş.
Ilgaz: Ben bu sene bilgilendirme kısmını da daha gelişmiş buldum. Öncesinden gelen maillerde hava durumu, zemin yapısı, dikkat edilmesi gereken konular gibi detaylar gündeme getirildi. Çoğu kişinin bu mesafelerde fazla tecrübesi olmadığı göz önünde bulundurularak yarış stratejisinden beslenmeye, antrenman programından yarış esnasında kendini zorlama sınırlarına kadar bütün konularda ipuçları paylaşıldı. Bu da güzel bir destek. Organizasyonun yaptığı işi sahiplendiğini ve her yönüyle destek vermeye çalıştığını gösteriyor. Aynı şekilde kayıt kiti içinden çıkan bilgilendirme kağıdı da güzel hazırlanmıştı. Gelelim patika yarışlarının vazgeçilmez gündem konusu işaretleme ve kaybolma işine… Neler demek istersiniz bu konuda? Kaybolan var mı aramızda bakalım?
Mert: 80 km koştum, bir an bile rota konusunda tereddütte kalmadım. İşaretler o kadar düzgün yerlere konulmuştu ki birkaç kilometre sonra insan şablonuna alışıyordu. Ayrımlarda hangi yöne gidilecekse o tarafta bir işaret görüyordum. O yola girip ileri doğru bakınca da hemen bir sonraki işareti fark ediyordum. Sadece ortada başka bir yol olasılığı yokken bir işareti geçince hemen diğerini göremediğim oldu. O zaman da 10-15 saniye koştuktan sonra görebildim. Eğer başka bir şeye dalmazsanız veya işaretleri boş verip önünüzdekini takip etmezseniz kaybolmanız imkansızdı. İşaretleme konusunda çok küçük bir önerim olabilir; daha belirgin bir renkte ve yapıda olursa izlemesi daha kolay ve endişesiz olacaktır. Bu haliyle bile çok iyiyken o zaman kusursuz hale geleceğini düşünüyorum.
Aykut: İşaretlemeyi ben son derece başarılı buldum. Bence işaretlemede en önemli şey belli bir standardın olması. Örneğin düz yolda en fazla 150-200m’de bir işaret varsa veya dönüş noktalarında sıklaşan işaretlerle uyarı yapılıyorsa bunun bütün parkurda aynı şekilde uygulanması önemli. O zaman ilk 10-15 km sonrasında beyin bunu kavrıyor. Bu standart bence çok iyi yakalanmıştı. Eğer bir süre işaret görmezseniz yanlış yolda olduğunuzu net olarak anlayabiliyordunuz. İşaretlemenin başarılı olması insanların zaman zaman yanlış yola sapmayacakları anlamına gelmiyor. Yorgunluk sonucu gelen dikkatsizlik ve konsantrasyon kaybı gibi faktörlerle beraber en kusursuz işaretlenmiş yarışlarda bile yolu kaybedebilirsiniz. Bunu patika koşularının bir parçası olarak görmek gerek.
Yol boyunca aklıma gelen bir de başka şey oldu. Öncelikle yarışta bulunmayanlar için söylemek gerekirse işaret bantlarının üzerinde ana sponsor Asics’in ismi yazıyordu. Ben 130K koşan biri olarak herhalde en az 500 tane, belki 1000 tane böyle bant görmüşümdür. Bu bantlar koşanların doğru yolda olduğunu tasdik eden işaretler olduğu için yüzlerce defa bunu gören koşucuların bilinçaltında “Doğru = Asics” şeklinde bir çağrışım yapmaması mümkün değil. Bir markanın kendisini tüketicinin beynine pozitif anlamda kazıması için bundan iyi bir yol olmaz. Örneğin şu ana dek hiç Asics ayakkabım olmadı ama bu yoğun bombardımandan sonra kendimi bir Asics ürünü alırken bulursam hiç şaşırmam! Diğer büyük sponsorlar da umarım bunu göz önünde tutup bu tür organizasyonları desteklemeye daha fazla önem verirler.
Mert: Bu sene katılımcı sayısı da epey arttı galiba. Ben bunda etkenin 42K dağ maratonu olduğunu düşünüyorum. Ve ileride daha uzun mesafelere yansıyacağını düşünüyorum. Sizler ne diyorsunuz?
Aykut: Aslında diğer mesafelerde de geçen seneye göre artış var ama bence de en büyük etken 42K. Bu tür bir yarışa ve mesafeye alışık olmayanlar için zor ama beynin kabul edebileceği bir mesafe. Bu yıl 42K’ya katılan birçok kişi şimdiden gelecek sene 80K koşmanın planlarını yapmaya başlamış bile. Eğer planlı programlı bir hazırlık yapılırsa 1 yıl çok uzun bir zaman. Ancak bu mesafeleri hiçbir şekilde hafife almamak gerek çünkü mesafeler uzadıkça yaşanabilecek problemler katlanarak artıyor. 80K’nın zorluğunu 42K’nın iki katı olarak değil, 2.5-3 katı olarak düşünmek daha doğru olur. Zorluk demişken siz ne gibi zorluklar yaşadınız? Gelecek sene katılacaklara neler tavsiye edersiniz?
Mert: Ben ummadığım, hesap etmediğim hiçbir zorlukla karşılaşmadım. Parkuru az çok biliyordum, profil grafiklerini çok iyi çalışmıştım. Beslenme stratejimi ve kontrol noktalarında nasıl davranacağımı iyi planlamıştım. En zorlandığım yerler sert zeminli ve fazla eğimli inişler oldu. Evet, şaşırtıcı, çıkışlar değil inişler. Çünkü insan bu kısımlarda ya ayak ve dizlerini ya da bacaklarını feda etmek zorunda kalıyor. İkisini de korumaya çalışınca da çok yavaşlıyor. Bunun dışında çok çamurlu olan Sölöz-Sölöz Burnu arasında zorlandım. Ama geçen yıl neredeyse tüm parkurun böyle olduğunu bildiğimden bunu çok dert etmemeye çalıştım. Bir de son 5 km gerçekten çok keyifsiz bir bölümdü. Sokaklarda ve hatta caddelerde koştuk. İnsan 75 km çok güzel yerlerde koştuktan sonra böyle bir yerde koşmayı gerçekten istemiyor ama yapacak bir şey yok, finish o tarafta dediler gittik.
Ben ummadığım kadar iyi ayarladım enerjimi. Aynı zamanda sürekli pozitif ruh halimi korudum. Sanırım bu nedenle çok zorlanmadım. Gelecek sene katılacaklara da bu iki konuya önem vermelerini tavsiye ederim. Bu bir enerjiyi doğru şekilde zamana yayma oyunu. Bu kurala uyarsanız gerisi kolay. Böyle yarışlardan önce yokuş antrenmanı olmazsa olmaz (hem çıkış hem de özellikle iniş). Ben bu antrenmanlardan daha fazla yapmış olmayı isterdim.
Ilgaz: Ben de yokuş antrenmanı öneririm. Ama tabii İznik inişlerini simüle etmek zor, biz şehir koşucuları için uzun yokuş bulmak dert. Kısa ve orta mesafeli rampalarda in çık yapabiliyoruz ama İznik’in zor tarafı neredeyse 9-10 km kadar kesintisiz iniş olması. Bir yokuşu üst üste inip çıkmak başka, sürekli yokuş inmek başka bir şey. Gene de çok karamsarlığa kapılmadan bacakların ilgili kas gruplarını çalıştırmak ve güçlendirmek doğru yöntem olabilir. En temel önerim “arazide uzun süre geçirmek” olabilir. Yani mümkün olduğunca asfalttan medeniyetten uzak, uzun süreli aktiviteler gerçekleştirmek. Hepsi koşu olmak zorunda da değil, sadece hareket ve efor, olabildiğince çok kısmı koşu olmak üzere. Diğer bir tavsiyem de kendinize Köfteci Yusuf’un kaymaklı ekmek kadayıfını bitirme ödülü olarak koyun. Sağlam motivasyon olur… Bir tavsiye de kalacak yerinizi önceden belirleyin, bu iş bu hızla katlanarak giderse seneye konaklama olanakları yetmeyebilir, mutluluğu uzaklarda aramak zorunda kalmayın.
Zorunlu malzemelerle ilgili ne diyorsunuz? Benim kendi adıma en büyük sıkıntım çanta ağırlığı idi. Yol boyu çok dikkat ettim çevredeki koşuculara, benim çanta orta sıralarda yer alıyordu, çok daha büyük ve muhtemelen ağır çantalar gördüğüm gibi gayet ufak ve hafif çantalar da gördüm. Start sabahı çok düşündüm nerden hafifletme yapabilirim ve hacimden tasarruf edebilirim diye ama yiyecekler hariç hiç ekstra malzeme almamıştım zorunlu liste dışına çıkan. Burada amacım zorunlu malzeme listesini sorgulamak değil ama en azından bu listenin de hafif alternatiflerle oluşturulabileceğini düşünüyorum. Bir reflektif yelek bile çantanın yarısını kaplayabiliyor. Bunları önceden çalışmak lazım, belki bu tip yarışlara çokça katılınıyorsa kesenin ağzını açıp bunların hafif ve az yer tutanlarından kenara koymak lazım fırsat buldukça. Bu da bir öneri sayılabilir seneye katılacaklar için.
Aykut: Söylediklerinize ek olarak birkaç şey ekleyebilirim. Göl seviyesindeki sıcaklık ile tepelerdeki sıcaklık oldukça farklı. Özellikle yağmur ve sert rüzgar olduğu zaman bunu çok daha fazla hissediyorsunuz. Bu gibi durumlar için pratik ve hızlı bir giyinip soyunma stratejisi planlamak faydalı olabilir. İstasyonlar arasındaki mesafeleri, bu mesafeleri yaklaşık ne kadar sürede katedeceğinizi ve nerede hangi tür yiyecek bulunacağını önceden çalışırsanız fazla sürpriz yaşamazsınız. Bu işi yarış sırasına bırakırsanız sağlıklı düşünmek kolay olmuyor. İşaretleme son derece iyi ama bu kaybolmayacağınız anlamına gelmiyor. Özellikle bir grup ile birlikte koşarken herkes bu işi birbirine bırakacağı için daha çok dikkat edin. Olur da kaybolursanız moralinizi olabildiğince bozmadan geri dönüp son gördüğünüz işarete kadar geri koşun. Ayakkabı ve çorap denemesini yarış gününe bırakmayın. Düz yolda çok uzun süre gidebildiğiniz ayakkabı ile taşlık bir arazide veya çok uzun süre yokuş aşağı koştuğunuzda daha önce hiç yaşamadığınız problemler yaşayabilirsiniz. Eğer gölün çevresini dönmeye niyetlenirseniz psikolojisine alışmak için birkaç tane gece antrenmanı yapmanızda fayda var.
Zorunlu malzemenin ağırlığı konusunda katılıyorum ama yapacak bir şey yok. Paraya kıyıp hafif malzeme almak bir çözüm ama bu işin sonu yok. Hafifin de hafifi var. Benim tercihim fiyat performans oranı makul olan malzemeyi almak, geri kalan ağırlıkları mümkünse vücuttan atmaya çalışmak ya da antrenman yaparak vücudu ağırlığa alıştırmaya çalışmak.
Başka bir konuya geçelim. İstasyonlarda en çok hangi yiyeceklerden faydalandığınızı merak ediyorum. Bu aslında tamamen kişisel bir konu, herkes farklı şeyleri yiyebilir. Doğru veya yanlış diye bir şey yok. Ben kendi adıma portakal yiyince kendimi tazelenmiş hissettim. Çorba benim için olmazsa olmaz bir yiyecek. Ayrıca bu yıl bazı yerlerde patates cipsi ve fıstık olması hoşuma gitti. Yanımda peynir taşıdığım için çok fazla ihtiyacım olmadı ama olması da güzeldi. Bir de özellikle 100K’dan sonra kola ile birlikte çay ve kahve bence önemli içeceklerdi.
Mert: Ben de portakalı çok önemsiyorum. 60. km’de sanırım 5-6 dilim götürdüm. Dediğin gibi çorba olmazsa olmaz. Tatlı yiyecek çok fazla tüketmedim. Sadece bir noktada hazır keklerden bir iki lokma aldım. Daha çok tuzlulara saldırdım. Çubuk kraker ve patates cipsi çok iyi geldi. Çok yiyecek tükettiğim istasyonlardan muhakkak kola içerek ayrıldım. Hem şekerli tadı iyi geliyor hem de yediklerimin vereceği rahatsızlığı en az indiriyor.
Ilgaz: Normal şartlarda kolanın tadına illet olsam da o esnada şampanya gibi geliyor valla… Ben de herhalde 2-3 bardak kola içmişimdir servis edilen noktalarda. Tuzlu öteberi de güzel destek oluyor. İtiraf ediyorum 40 km civarındaki ikmalde epey gofret götürdüm ama ihtiyaçtan değil. Abur cubura bayılırım, gofretin hastasıyım, dedim ki şimdi yemezsem nerde yiyeceğim bunları gönül rahatlığı ile? Başak Gürbüz Derman yakalamış beni tavuk çorbası yanında gofret yerken. Bir de 75 km’ye gelmeden geçtiğimiz piknik alanında Orhangazi sakinleri gün batımına karşı bira içiyordu, epey konusu geçti o esnada. Şu yeme içmesi de olmasa hiç çekilmez valla bu ultra işi yahu… Özetle bence hem istasyonların konumu iyiydi beslenme için, hem de sunulan malzemeler.
Mert: Evet çok güzel bir organizasyonu daha geride bıraktık. Hemen yanıbaşımızda UTMB’ye puan veren ve bu kadar iyi yürütülen böylesine güzel bir ultra maraton olması mutluluk verici. Seneye daha da kalabalık olacağından şüphemiz yok. Nisan 2014’te İznik’te yeniden görüşmek üzere…
Not: Mert Derman’ın ve Aykut Çelikbaş’ın kişisel bloglarında yayınladıkları yarış raporlarını şu ve şu adresten okuyabilirsiniz.
dostluğunuz, sporculuğunuz, koşuculuğunuz, paylaşımlarınız… her şey için teşekkürler… evet ben de tam değindiğiniz gibi 42k ile cesaretlenenlerdenim… 8-9 ay öncesine kadar koşu hayatımda haftada 3-4 kez 6-10 km ile sınırlandırdığım bir zayıflama aktivitesiydi… eylül ayında eymirde 2:06 ile yarı maraton koştum, ocak ayında da 28k geyik koşusu… arazinin, toprağın, çamurun kokusunu, tadını aldım; geri dönüş yok artık… sohbetiniz & paylaşımlarınız yeni bir yol açtı önüme, evet seneye kısmetse 80k… şempanzelerimin terbiyeye ihtiyacı var, ama sizler sayesinde çoookkk… cesaretliyim… 🙂
Organizasyonun iyi olmasındaki en büyük payı yöre halkının bu işi sahiplenmesine bağlıyorum.Dağ maratonu koştum ve tüm süreçte gördüğüm ilginin yarısını bile avrasya maratonunda görmemiştim.İnsan koşukça tecrübe kazanıyor her patika her deneyim bir sonraki macera için katkı sağlıyor.Nisan 2014 de 80k için mücadele edeceğim.Bunun düşüncesi bile insana çılgınca geliyor fakat ultracıların normal olduklarını kim söyleyebilirki?
Portakal candır 🙂 Daha önce en uzun koşum olan Runtalya da (yarı maraton) powerade lerden bulamadığım morali portakalda bulduktan sonra vazgeçilmez oldu benim için. Aynı anda insan hem katı hem sıvı yediğini hissedip hemde şeker tadı aldığından olabilir. 28K kontrol noktasında direkt portakala daldım valla 🙂
Yorumlarınıza katılıyorum, çok güzel özetlemişsiniz, teşekkürler! İşaretleme konusunda belki beyaz renkli bant yerine sarı renk kullanmak gelecek seneler için bir iyileştirme olabilir kendi açımdan. Sarı rengin görünürlüğü açık havada beyaza göre çok daha iyi, özellikle çok güneşli havalarda sarı avantajlı olabilir. Hani olabilirse iyi olur diye düşünüyorum.