Atletizm müsabakalarını ve özellikle de koşu yarışlarını izlemeyi oldum olası sevdim. Koşmaya çok geç başladım, ama koşanları izlemeye çok önce başlamıştım. Daha çocuk yaşlardayken izlediğim bir pist yarışında, yarışı önde götüren ve çok iyi koşan atlet bir anda kenara çekilip durmuş ve arkadan gelenlere yol vermişti. İlk anda “adam çok iyi koşuyordu, neden bıraktı acaba” diye düşündüğümü, sonra sakatlanmış olma olasılığı aklıma geldiğinde de üzüldüğümü anımsıyorum. Yeniden yarışa ve sunuculara odaklandığımdaysa “tavşan” kelimesini ilk kez duymuştum. “Adam tavşanmış!” Yani yarışın belirli bir bölümünde belirli bir hızda koşması için özellikle yarışa alınmış. Ee, iyi tamam da diğerlerinden çok iyi koşuyordu, neden sonuna kadar koşmak yerine tavşan olmayı kabul etmişti? Neydi bu tavşanlık? Kafam çok karışmıştı.
Sonradan öğrendim ki tavşan atlet bir koşucunun ya da tüm koşan atletlerin daha hızlı bir yarış çıkarması için çaba harcayan kişiymiş. Bu kişi diğer bir atletin takım arkadaşı olabileceği gibi dışarıdan birilerinin de yarışa soktuğu bir atlet olabilirmiş. Genellikle de oganizatörler veya etkinlik yöneticileri koşu yarışlarının daha heyecanlı koşulması hatta parkur, ülke veya dünya rekorları kırılabilmesi amacıyla tavşan atlet kullanırlarmış. Aslında daha heyecanlı derken şunu kastediyorum; eğer tavşan atlet olmazsa aşırı stratejik yaklaşımlar devreye girebilir ve çok yavaş, keyifsiz ve pist bisikletindeki sprint yarışlarındaki gibi tümüyle yavaş koşulan ve son anda hızlanılan garip bir biçime dönüşebilir.
Her yarışta tavşan atlet olmayabilir, hatta birçoğunda yoktur. Tavşan atlet kavramı da spordaki birçok detay gibi tartışmalıdır. Geçmişte, kırılan bir rekorun geçerli sayılabilmesi için (varsa) yarıştaki tavşan atlet(ler)in yarışı tamamlamalarının zorunlu olduğu bir dönem de olmuş. Daha sonra bu kural ortadan kalkmış, ama halen geçerli olan kural tavşan atletin de yarışa kayıtlı, geçerli bir yarışmacı olması zorunluluğu. İlginç bir detay da pist yarışlarında tur yemiş bir atletin tavşanlık yapamayacağı. Belki anımsayanlar vardır, çok yakın zamanlara kadar yol yarışlarında kadınlar ve erkekler birlikte başlarlardı ve bazı kadın atletlere erkek atletler tavşanlık yapardı. Artık bu şekilde kırılan rekorlar geçersiz kabul ediliyor, bu nedenle kadınlar ve erkekler çoğu yarışta ayrı zamanlarda start alıyorlar. Çünkü tavşan atlet tempoyu belirlemeye yaradığı gibi rüzgar direncini de ortadan kaldırabiliyor.
Bu kavramla tanıştığım o ilk anda aklıma gelen, neden o adamın o kadar hızlı olduğu halde yarışı tamamlamadığı sorusuna da biraz düşündükten sonra cevap bulmuştum. Çünkü hızlı koşabiliyordu, ama yarışın tüm mesafesinde o hızı koruyabilecek kadar dayanamıyordu. Peki, ya dayanabilen biri çıkarsa ne olacaktı? Bu soru hep aklımı kurcaladı. Eminim bu kavramı bilen herkesin aklına gelmiştir.
26 Haziran 1981 günü, Oslo’da Bislett Oyunları’nda 1500 metre finalini seyretmek için toplanmış olan topluluğun aklında bu var mıydı bilmiyorum, ama aynı topluluğun zamanın en hızlı orta mesafecilerinden biri olan Steve Ovett’in, pistte Steve Cram ve John Walker gibi atletler olsa dahi o dönemki asıl büyük rakibi Sebastian Coe’nun yokluğunda çok rahat bir yarış çıkaracağını düşündüğünden eminim. O gün pistte, yarışta beklenen bu rahatlığı biraz olsun değiştirmek üzere tavşan atletlik yapacak olan Amerikalı Tom Byers da vardı. Byers, ilk bakışta kıvırcık uzun saçlarıyla dönemin orta mesafecilerinin arasında dikkat çekiyordu.
Yarışın başlamasıyla birlikte çok hızlı bir tempo tutturan Byers daha ilk turun sonunda arkadaki grupla arasına 70 metre koymuştu. Anlaşılan grup, temposunun çok abartılı olduğunu düşünüp onu takip etmeyi reddediyordu. İkinci tur sonrasında fark hala çok fazlaydı. Sonradan, Ovett yarış sırasında 800 metre zamanının 1:52 olduğunu duyduğunda, bahsi geçenin kendi süresi olduğunu sandığını ve Byers’ın yarış bitmeden önce öleceğini düşündüğünü söyleyecekti. Ne de olsa 1500 metrede o güne kadar sadece iki defa geçilmişti; ilki 1977’de Jameika’da, diğeri de 1980’de Moskova Olimpiyatları’nda Sebastian Coe tarafından. Hatta bir yıl önce yine bu pistte dünya rekorunu 3:31.90 ile kırmış ve iki ay önce de Batı Almanya’da rekoru 3:31.36’ya çekmişti. Tabii ki Byers ya yarışı bırakacak ya da ölecek ve Ovett o gün kazanacaktı. Ama öyle olmadı. Byers ne kenara çekildi ne de düşüp öldü. Son 400’e girilirken grupla Byers arasındaki fark 80 metre civarındaydı.
1970’lerde üniversitede çok iyi 1500 metre ve mil süreleri koşmuş olan bu Amerikalı, 1976’da Olimpiyat elemelerine katıldıktan sonra aktif sporculuğu bıraktığı ve ancak 1980’de pistlere geri döndüğü ve uluslararası önemli bir başarısı olmadığı için adını pek kimse bilmiyordu. 1500 metredeki 3:37 ve bir mildeki 3:50’lik dereceleri ona böyle yüksek profilli bir yarışta tavşanlık yapma görevi vermeleri için yeterliydi. Ama kimsenin aklına grubun temposundan bu kadar farklı bir tempoyla başlayacağı gelmemiş olsa gerek.
Bitişe 250 metre kala son metrelerdeki efsanevi atağına kalkan Ovett’in o an hala Byers’ın yarışı bitiremeyeceğini düşünüp düşünmediğini kimse bilmiyor, ama Byers’ın artık tempoyu sürdüremediği çok açıktı. Bir 1500 metre yarışında 80 metre çok büyük bir fark ve farkın arka ucundaki isim bir efsane olsa bile bu büyüklük aynı derecede inanılmaz. İzleyenlerin Ovett’in temposundaki müthiş artıştan mı yoksa Byers’ın yarışa asılmaktaki inatçılığından mı o kadar heyecanlandığı konusu tartışmalı olsa da bağırış çağırışlarının Byers’a güç verdiği bir gerçek. Ovett, o inanılmaz farkı 250 metre içinde kapatmayı başarmıştı başarmasına, ama çizgiyi ancak Byers’tan yarım saniye sonra geçebilmişti. Yarıştan sonra Byers, “son tur zilini duyduğumda omzumun üzerinden arkaya baktım ve orada değillerdi, tüyler ürperticiydi” demiş. Diğerleriyse tur sürelerini bağıran hakemlerin kendilerini yanılttığını söyleyerek sinirlenmişler.
İşte o gün tüm dünya “peki ya o adam yarışı bırakmazsa ve sonuna kadar dayanabilirse ne olur” sorusunun cevabını öğrenmiş oldu. Byers efsane isimlerin olduğu önemli bir 1500 metre yarışını kazandı. O mu kaçtı, diğerleri mi onu takip etmeyi reddetti ya da tempolardaki bu fark kazananın da kaybedenlerin de kafasını mı karıştırmıştı, söylemek güç. Yarışın öncesinde olduğu gibi sonrasında da Byers’tan pek haber çıkmamış, ama o bir günlük şöhret hala atletizm tarihinin bir yerlerinde kayıtlı. Ve belki de o yarış yüzünden artık kimse tavşanların tempolarını reddedemiyor, kim bilir. Güzel olansa şimdi bizler oturup bu enteresan yarışın tümünü ekranlarımızda izleyebiliyoruz. İyi seyirler.
.
Faydalanılan kaynaklar:
Güzel bir hikaye
Süper ya, bayıldım 🙂
Sağol mert sayende bu bilgileri öğreniyoruz harika bir gerçek başarı öyküsü
1980’lerde tavşan atlet olacağı aklıma gelmezdi.Youtube videosunda telif hakkı nedeniyle görüntülenememekte.
https://youtu.be/ST659310IV4
Link olarak buradan izledim.
Orijinal YouTube bağlantısı telif nedeniyle kaldırılmış.Buradan izledim dediğim yarış ise başka yarışmış, aynı yıl,aynı ülke,başka. Neredeyse 40 yıl geçmiş olacak, ama telif işte.100 yılı aşan klasik müzik ve kitapların vs teliften kalkması gibi ne kadar beklemek gerekiyorsa artık.