Herkesten önce kendime…
2013 Türkiye Turu 7. etabının Kuşadası-İzmir arasında geçildiği gün Cumhuriyet Meydanı’nda yerimizi almış ilk bisikletçinin görünmesini bekliyorduk. Bir pelotonu canlı olarak ilk defa bu kadar yakından izleyecektim. Bisikletçilerin geniş meydanı saniyeler içinde uçarcasına geçmesi etkileyici bir sahneydi. Narin bisikletlerin üzerindeki zayıf sporcular yaptıkları işi çok kolay gösteriyordu. Ama işin içinde başka bir iş daha vardı. Gördüğüm ve hissettiğim şeyin adını bundan bir yıl kadar sonra konuyla pek ilgisi bulunmayan bir yazar açıklığa kavuşturdu. Ne de olsa yazarların ustalığı kafamızda dönüp duran karmaşanın özünü olanca yalınlığıyla kelimelere dökebilmelerinde.
2014 yılında okuduğum Mutluluğun Mimarisi kitabında Alain De Botton, binaların erdemlerini sıralarken düzen ve dengeden sonra zarafetten bahseder. Verdiği örneklerden biri iki köprü ile ilgilidir. Bunların ilki yukarıdaki fotoğrafta görülen Isambard Brunel’in Clifton Asma Köprüsü (Bristol, 1864), diğeri ise aşağıdaki fotoğraftaki Robert Maillart’ın Salginatobel Köprüsüdür (Schiers, 1930).
Banu Tellioğlu Altuğ’un çevirisinde yazar şöyle der:
“Maillardt’ın köprüsünde fazladan bir erdem vardır: Yapılan işi hiç de zor bir iş değilmiş gibi gösterme eylemi.
…
Bir mimari yapıt (yük taşımak, bir vadinin iki yamacını birleştirmek, sığınak olmak gibi) dayanıklılık gerektiren bir işlev üstlenmişse ve bu işlevi hiç zorlanmadan, kolayca yerine getiriyorsa, yalnızca güçlü değil aynı zamanda ekonomik ve hoş görünümlüyse, hiç yakınmadan karşılaştığı zorlukların üstesinden gelebiliyorsa, yani alçak gönüllüyse biz bu yapıtın zarif bir yapıt olduğuna hükmederiz.”
Alain De Botton, Mutluluğun Mimarisi, Sel Yayıncılık 2010, sayfa 227-228
Özenle seçilmiş basit kelimeler. Önümden neredeyse pürüzsüz şekilde akan o bisikletçiler gibi. Onlar zariflerdi çünkü yaptıkları işi kolay gösteriyorlardı, zariflerdi çünkü yakınmıyorlardı, zariflerdi çünkü yüzlerini birbirlerinden ayırt edemediğim o sporcuların işlerini alçak gönüllülükle yaptıklarını içten içe biliyordum. Thomas Voeckler (sağda) bazı konularda bir istisna oluştursa da, yarışların bu renkli isminin bizi konumuzdan saptırmasına izin vermeyelim.
Bir koşucu -ya da sporcu- daha hızlı veya daha uzun, veya sadece koşabilmek için dayanıklılık ve süreklilik isteyen bir yolda ilerliyorsa, bunu yaparken kendisini çevreleyen fiziksel şartlardan yakınmıyor veya bunları aşmayı bir başarı kriteri olarak öne sürmüyorsa, finiş çizgisini kaçıncı sırada geçtiğini umursamadan, beden ve ruh sağlığı veya sadece daha iyi bir kendisi için çalışıyorsa, yaptığı işi –zorlanıyor olsa da- kolay gösteriyorsa, yani alçak gönüllü ise o koşucuya zarif diyebiliriz.
Zarafet, Mo Farah veya David Rudisha gibi uçarcasına koşabiliyor olmaktan daha fazla anlam barındırıyor içinde, fiziksel olmaktan çok daha fazla bir şey.
Kendimizi doğrulamak istiyoruz. Bu, her şeyden önce insani bir ihtiyaç olarak karşımızda duruyor. Bırakalım neyi ne kadar koştuğumuz değil zarafetimiz bizi doğrulasın. Bir vadinin iki yakasını birleştireceksek, bunu zarif şekilde yapalım.
Noyan, insan her konuda ustalaştıkça inceliği öğrenir.
Aslında bütün sporcular, -sumocular hariç- bedenleriyle de altın oranı sağlamaya çalışırlar.
Güzel yazı.
Noyan Hocam,
Bu spor konusunda okudugum en guzel yazilardan biridir.
Aradan o kadar zaman gecti, hala arada sirada acar acar tekrar okurum.
Ellerinize, akliniza ve ayaklariniza saglik.
Aradan kaç sene geçti, hala referans yazılarımdan biridir.