Evet ama bu sefer biraz farklı. Tamam, hepsi aynı şeyi savunur ama bizimkisi gerçekten farklı. Bir kere tamamen sanal, düğmeye bastın mı elinin altında, bir daha bastın mı hop karanlık ekran. Sonra, muhtemelen memleketin “en hızlı” gazetesi bu. Koşan gazete. Koşucuların gazetesi.
Koşucu olmayan okuyamaz mı? Okur tabi neden okumasın? Hatta onlar daha çok okusun. Okusun ki sayımız bir tane daha artsın, çılgınlar kervanına bir çift ayak daha katılsın.
Koşmak çılgınlık mı ki? Aslında en doğal ve muhtemelen en eski spor ama evet bizim memlekette koşmak biraz çılgınlık sayılabilir. Koşanlar saymasa da çevre epey bir sayar. Hatta sayar ve saydırır. Parklar veya sahil şeritleri gibi artık halk arasında bile adı koşu parkuruna çıkmış yerler dışında koşanlar bilir, çevre epey bir meraklıdır koşanlara. Bu merak ve ilginin içeriği ve kalitesi de yer ve zamana göre değişir. Hatta kılık kıyafetiniz bile tezahürat konusu olur genellikle. Tayt giyip koşan erkekler, kısa kollu veya kısa şortla koşan kadınlar şarkılara şiirlere konu olur ayaküstü. Sabah erken koşarsınız olmaz, akşam geç vakit koşarsınız gene olmaz. Sabahın erken saatinde işine giden veya akşam eğlencesinden evine dönen seyirci kitlesi dilini tutamaz. Hele ki kalabalık bir seyirci kitlesine denk gelirseniz tezahüratlar uzar gider. Koşu sporunun sokaktaki seyirci kitlesi, yaptığınız spora anlam veremez, vermek ister, beceremez, çözemediği işi de onaylamaz. Reklamın iyisi kötüsü olmaz dersek buna da gülüp geçebiliriz. Tabi burada esas gülünesi konu, bizim adını koymadığımız, anlam yükleyip arkasında sebep aramadığımız bir şeye bizim dışımızda herkesin bir sebep araması, anlam çıkartmaya çalışması ve bunu beceremeyip sonunda anlamsız bulmasıdır. Soru “Neden koşar bu adam” mı olmalıdır acaba yoksa “Ben nedene koşmuyorum” mu? Yumurta mı koşucudan çıkar, koşucu mu yumurtadan?
Peki, koşuyoruz tamam da bu gazete işi nereden çıktı? Aslında çıkış noktası ve zamanı çok net değil. Yayın tarihimiz net belki ama nereden geldik, nasıl geldik uzun hikâye. Tamam su 100 derecede kaynar ama o noktaya gelmeden de epey bir fokurdar, ses yapar, çalkalanır. Burada yazılarını okuduğunuz kişiler de bir süredir bu fikri kendi aralarında konuşan, yazışan, fikir üreten, sonra çürüten, fokurdayan, fokurdatan arkadaşlar. Bizler bir şekilde koşmaya başlamış, kendini kaptırmış, belki de dünyadaki faydalı uyuşturuculardan birinin esiri olmuş müptelalarız aslında. Bu uyuşturucunun da diğerleri gibi bir derdi var, bir yerden sonra yetmemeye başlıyor. Koştukça bunu yaymak, paylaşmak, çevrenize de anlatmak istiyorsunuz. Hatta bazen o noktaya geliyor ki “koşu için ne yapabilirim?” diye ortalıkta dolanır halde buluyorsunuz kendinizi. Kimisi gidiyor gönüllü çalıştırıcı oluyor, kimisi kalkıp yarışlar düzenliyor, kimisi internet üzerinden bilgi ve birikim paylaşmak için blog yazmaya başlıyor, kimisi sözlü medyaya da girip podcast yayınlıyor, kimisi kitap yazıyor. İşte biz de bir süredir kendi arasında bu ortak blog işini konuşan, yazışan, üzerinde tartışan bir grubuz. Hatta farklı kişilerden gelen benzer fikirlerin çatısı altında toplanan bir grubuz. Farklı şehirlerde yaşayan farklı işlerle uğraşan tamamen farklı adamlarız. Bakınca hepimiz koşucu sayılsak da aslında koşuculuklarımız bile farklı. Herkes koşarken başka şeylerin peşinde. Zamanla biz de fikirlerimizi fokurdata fokurdata bu noktaya geldik, sonunda kaynamayı başardık. İşte size “Koşu Gazetesi”…
E tamam da bildiğin blog değil mi bu? Tamam da kardeşim işin biraz da pazarlama yanı olsun değil mi? Ürünümüz yok ama koşumuz var? Al sana pazarlanacak, pazarlanması gereken nefis bir ürün. Karın doymaz tamam ama kalbimiz dolar belki? Keyfimiz yerine gelir hem? Keyfimiz mi kaçık peki? Evet biraz kaçık. Bu gibi zamanda bu gibi bir ülkede hala senede 2 maraton düzenleniyorsa, bir kıtadan diğer kıtaya koşulan belki de dünyadaki tek rotada sadece 1500-2000 kişi koşuyorsa, “Maraton” ismi bile futbola program adı olarak kurban gitmişse keyfimiz kaçar tabi. Peki bu blog tüm bunlara çare mi olacak? Tabi ki hayır ama bir şeyler yapmak lazım. Okuyorsak, araştırıyorsak, konuşuyorsak, soruyorsak, kızıyorsak, seviniyorsak paylaşmak lazım ki işe yarasın.
Gazete olması biraz da yazar sayısından kaynaklanıyor. Epey bir isim düşündük. Yazdık çizdik olmadı. Oldu ama bu sefer adresi olmadı, internetin de böyle bir derdi var; sivri akıllılık yapıp nefis bir isim bulduğunu sanıyorsun, sonra bir de bakıyorsun ki başka bir sivri akıllı o ismi adresi alıp kenara koymuş bile. Hatta sana satmaya hazır. Hop yeni isim yeni adres. Aaa o da mı yok? Peki al sana o zaman şudur budur derken buyurun Koşu Gazetesi. Haftalık sürekli yayın. Bulmaca eki yok. Kupon da yok. Komple arka sayfa, spor haberleri… Arka sayfa güzeli de yok mu? Olur belki bilmem? Navratilova devri bitti artık, kadın atletler de aynayı keşfetti sonunda. Al sana gazetenin ilk magazin haberi işte… Demek magazin de var. Paparazzi bile olur bu gidişle.
Ellerine sağlık ILgaz, daha iyi bir giriş haberi olamazdı.
sabah erken cikip ortakoy tarafinda kosarsan, gece kluplerinin kapanis saatlerinde, onceki gunu bitirmemis insanlarin yadırgar bakislari en komigi oluyo 🙂
bi de ‘sen niye kosuyosun ki, zaten bi deri bi kemiksin’ geyigi var 🙂
Emeklerinizin karşılığı elbet bir şekilde geri dönecektir… En azından motivasyonunuz sayesinde yaşadıklarınız ve yeni yeni güzel dostluklar olacaktır. Bu da güzel…
Hayırlı olsun 🙂
10 yıldır yuruyorum ,bir gun 200 mt ilerideki agaca kosmayi denedim simdi yari maraton kosuyorum ,yavasim ama bitiriyorum .En son bozcaada yari maratonunda sakatlandım .Fiziksel ziyanım oldugu icin asla üzülmedim sakatlandigimda, sadece kosamadigim icin uzuluyorum ,ozellikle de saganak yagmur varsa :)) su an stres kırığım var dinleniyorum kosamadigim icin asiri agresif ve depresifim .kosmaya basladigimda da sebepsiz yere cosmalarim oluyor butun kosucular deli bence 🙂 maratonlarda bitirmeye yaklastigimda agliyorum ,bedenim ve zihnimle girdigim sınav anı (duvar diyelim ya da) bu dunyada en mutlu hissettigim anlar ..butun kosuculara selamlar sevgiler
Bu arada gazete fikri muhtesem surekli takip edecegim, ellerinize saglik