Türkiye’de şimdiye dek yapılmış olan en uzun tek etaplı ultra maraton olacak İznik Ultra, 14-15 Nisan 2012 tarihinde bu yıl ilk kez düzenlenecek. Organizasyonda 60K ve 126K’lık iki ultra mesafesinin yanı sıra, bir de 10K uzunluğunda halk koşusu bulunacak. Yarış hakkında detaylı bilgi ve başvuru formuna resmi siteden ulaşabilirsiniz.
Geçtiğimiz hafta sonu Ilgaz, Mert ve yarış direktörü Caner ile beraber 126K’lık parkurun tamamını kesinleştirmek ve GPS verisini çıkarmak amacıyla İznik’te çok yoğun bir 30 saat geçirdik. Bu vesileyle yaşadıklarımızı ve izlenimlerimi aktararak yarışa katılacaklara biraz fikir vermeye çalışacağım.
Bu aşamada iki noktaya dikkat çekmek yerinde olacak. Birincisi aşağıda yapacağım yorumların sadece benim kişisel düşüncelerim ve izlenimlerim olduğunu vurgulamam gerek. Her ne kadar elimden geldiğince doğru ve net bilgi vermeye çalışacak olsam da bunlar resmi bilgi değil. Dolayısı ile muhtemel yanlışlıklardan organizasyonu sorumlu tutmayın, benim kapımı çalın.
İkincisi de İstanbul’a döndükten sonra çevremden ve gittiğimi bilen arkadaşlardan “nasıl sence bu yarış zor mu olur?” şeklinde sorular duydum. Böyle mesafelerde bu tip bir soru sorulduğu zaman Amerikalıların 100 mil (160K) ultraları için söylediği “There’s no such thing as an easy 100 miler – Kolay 100 mil yarışı diye bir şey yoktur.” sözü aklıma geliyor. Buradan hareketle bence “kolay bir 126K” da olmaz. Bu yarışa giren kişi, bu işin zor olacağını bilerek ve kabul ederek girer. Dolayısı ile yarışın kolay mı zor mu olduğundan çok, zorlukların neler olabileceğine odaklanmaya çalışacağım. Ne gibi zorluklar olabileceğini önceden bilir ve ona göre hazırlanırsak, bunlar yarış sırasında zorluk olmaktan çıkabilir. Çünkü çoğu zaman zorluk dediğimiz şey bilgisiz ve hazırlıksız yakalandığımız durumlarda ortaya çıkıyor.
Bu noktaları belirttikten sonra 60K yarışının, 126K parkurunun ilk 60 kilometresini kapsadığını bir kez daha hatırlatarak koşunun detaylarına geçelim.
Cuma günü öğleden sonra Caner ve Ilgaz’la buluşup feribotla önce Yalova’ya ardından da İznik’e doğru hareket ettik. Orhangazi’de Caner’in gerekli izinler için daha önceden almış olduğu randevularda Kaymakam ve İlçe Spor Müdürleri ile yaptığı toplantılara katılıp bürokrasinin nasıl ilerle(me)diğine şahit olduk. Günün belki de en büyük sürprizini ise yine Orhangazi’deki bir köfteci ziyaretinde yaşadık. Burada mekanın sahibinin oğlu ile tanıştık ve kendisinin oryantiring dahil olmak üzere birçok konuda oldukça bilgili olduğuna ve yardımcı olmak için elinden geleni yapmaya çalışmasına şahit olduk.
Akşama doğru İznik’e gelip geceyi geçireceğimiz misafirhaneye yerleştikten sonra ertesi gün bütün gününüz arazide geçeceği için yiyecek alışverişini tamamladık. 19:00 sularında Ankara’dan gelen Mert’le buluşup önce civardaki köftecileri test ettik, ardından bölgede projeye destek olan birkaç kişiyle buluştuk. Bunlardan biri geçen yaz eşi ve 22 aylık çocukları ile birlikte bisiklet üzerinde Avrupa’yı turlayan Soner Sarihan‘dı. O anda bunu bilmesek de, yaklaşık 24 saat sonra çok kritik bir noktada Soner’in yardımına ihtiyacımız olacaktı.
23:00 sularında odaya çekildik. Sohbet ve ertesi günün planlarını yaptıktan sonra 05:00’de kalmak üzere saatleri kurup 12:30’a doğru yattık. Yan odalardaki gençler bizim kalkış zamanımızda uyumayı düşündüklerinden gürültü altında uyumak kolay olmadı. Toplamda 2 saatten fazla uyuyabilen olduğunu sanmıyorum. Yine de bir önceki gece 7 saatlik iyi bir uyku aldığımdan olacak kalktığımızda kendimi kötü hissetmedim. İznik’in 24 saat açık olan tek mekanında hızlı bir çorba takviyesinden sonra saatler 06:05’i gösterdiğinde start aldık.
0-12K: Bu bölümü Caner ve Ilgaz koştular. Bu arada biz de Mert ile beraber 10K yarışının rotası üzerinde bazı çalışmalar yaptık. Benim gördüğüm kısımlardan, onların anlattıklarından ve eğim grafiğinden çıkardıklarım genel olarak şu şekilde: İlk 3-4km eğimsiz parke taşı ve asfalt üzerinde koştuktan sonra tepelere çıkan patika yollara giriliyor. 10K’ya kadar olan bölümde bir iki soluklanma arası dışında devamlı tırmanış var. Her ne kadar Caner, ikinci büyük yokuşa oranla eğim daha az dediyse de yaklaşık 5k boyunca 500 metreye yakın tırmanış kesinlikle hafife alınacak bir iş değil. Özellikle de yarışın hemen başında olması itibariyle. Kaynakları erken tüketmemek için bu kısım kontrollü geçilmeli.
12-41K: Bayrağı Caner ve Ilgaz’dan devralmak için Mert’le beraber 12K noktasına arabayla gidip beklemeye başladık. Burada irtifa 500 metrenin biraz üzerinde. Çevresi tamamen açık bir alan olduğu için çok kuvvetli rüzgâr alıyor. Beklerken kalın kabanla bile oldukça üşüdük.
İlk ekibin ulaşmasından sonra biz de son hazırlıkları tamamlayıp Mert’le beraber koşmaya başladık. Bu noktadan hemen 1 kilometre sonra, yani 13. km’de ilk kontrol noktası olan Derbent köyüne geliyorsunuz. Yerler tamamen buz olduğu için birçok yeri yürüdük veya çok dikkatli koşmak zorunda kaldık. Köyden çıktıktan sonra 17.km’ye kadar hafif eğimli bir tırmanış var. Bu bölümde dört tarafınız açık olduğu için çok güzel göl ve dağ manzaraları bulunuyor. Rüzgar yine çok sert esiyor hatta o kadar ki bir ara dönmemiz gereken bir yolu kaçırdığımızda 15 metre arkamdaki Mert bana uzun süre bağırmış fakat rüzgârdan duymamışım.
Bu bölümden sonra karla kaplı yollarda inişli çıkışlı bir zeminde devam ederken Kirazlıyayla köyünün içinden geçiliyor. Bu mevsimde çoğu yerde kardaki ilk izler bizim olduğu için bu köyün dış dünyayla ulaşımı kesilmiş gözüküyordu. Buradan devam ettikten sonra uzunca bir iniş sonrasında 28K noktasındaki Sülaymaniye köyü kontrol noktasına varılıyor. Bir vadiye kurulmuş bu şirin köyden çıkar çıkmaz yaklaşık 1,5-2k uzunluğunda dik bir tırmanış, ardından 5k boyunca gerçekten harika manzaralar eşliğinde uzunca bir iniş ile 35K noktasındaki Demirışık köyüne varış. Tepeden inerken dağlar ve gölün arasına kurulmuş bu köyün manzarası görülmeye değer.
Bu noktada bizi bekleyen Caner ve Ilgaz’la buluşup köy kahvesinde çay ve yiyecek takviyesi yaptıktan sonra 6k kadar göl kenarından devam eden düz asfalt yolu zaman kazanmak için arabayla geçtik ve 41K noktasındaki Narlıca kontrol noktasına vardık. Yarışta bu noktada bir ikmal noktası bulunacak. Burada gerekli takviyeleri yapmakta fayda var çünkü bundan sonraki bölüm parkurun en kritik bölümlerinden biri.
41-60K: Mert’le beraber arabadan inerek köyün hemen içinden tepelere çıkan patika yolu tırmanmaya başladık. Birkaç dakika önce oldukça üşürken bu yokuşu tırmanmaya başlar başlamaz ciddi şekilde terlemeye başlayıp eldiven ve bereleri çıkartmak zorunda kaldık. İlk bölüm 5k boyunca eriyen karlar ve çamurun kayganlaştırdığı oldukça dik bir tırmanış. Burayı büyük ölçüde hızlı yürüme temposuyla geçtik.
Buradan sonra yaklaşık 5K kadar, bu kez hafif eğimde bir tırmanış var. Normal şartlarda büyük kısmı koşulabilecek bir yer fakat bu irtifada hala çok derin kar bulunduğu için her adımda ayağımız bilek üstüne kadar karın içine gömülüyordu. Bu şartlarda kısa mesafelerde bile durmadan koşmak nefesimizi kestiği için büyük kısmını olabildiğince hızlı yürümeye çalıştık. Bakir bir coğrafyada bulunan bu bölümü bitirip zirve noktasına ulaştıktan sonra göl seviyesindeki Sölöz 60K kontrol noktasına kadar yine çok uzun bir iniş var. Burası 60K’cılar için bitiş noktası olurken, 126K’cılar için parkurdaki tırmanışların neredeyse bitişini ve hemen hemen orta noktaya ulaşmış olmayı simgeliyor.
60-126K: Bu bölümün ilk kısmını Caner koşarak, bisiklete binerek ve çamur yüzünden gidemediği için bisikleti sırtında taşıyarak geçti. Aslında plan, yolun kalanını arabayla gidip karanlık basmadan parkuru tamamlamaktı fakat GPS datasını çıkarmak için arabanın geçmesi mümkün olmayan yolları koşarak gitmek mecburiyet halini aldı. Hemen bir iş bölümü yaptık. Mert o kadar yorgunluğun üzerine tek başına arabayla Ankara’ya dönmek durumundaydı. Ilgaz hemen Mert’i arabasına götürüp bizimle ileride arabanın girebildiği bir yerde buluşacak, biz de o esnada Caner’le birlikte olabildiğince çok mesafeyi koşarak gidecektik. Öyle de yaptık, Caner’le çamurlu yollarda 11k kadar koştuk, ardından da Ilgaz’la buluştuk. Arabayla 110K civarlarında çamura saplanana kadar Ilgaz ve Caner’in offroad performansına şahit oldum.
Sonrasını kısaca özetlemek gerekirse, bu noktada Caner hemen Soner’i arayıp nerede olduğumuzu, hangi köye yakın olduğumuzu anlattı ve Soner’in ayarladığı traktörü karşılamak için yürümenin bile zor olduğu yollarda yaklaşık 2km uzaktaki asfalta gitti. Traktör gelip arabayı çamurdan çıkardı, köylüler rotanın geri kalanına haritada bakıp o yollarda saplanacak kadar çamur olmadığını söylediler, biz de devam ederek arabayla parkuru tamamlamayı başardık. Sonuçta 23:30’a doğru, yanımdaki iki çamur adamla birlikte, çamurdan artık tamamen kamufle olmuş arabamızla misafirhaneye ulaştık. Ardından bahçe hortumu ve araba fırçası altında olabildiğince yıkanıp 24 saat açık lokantaya son ziyaret, yola koyuluş ve Caner’le ben yorgunluktan sızmış haldeyken Ilgaz’ın bizi 03:00 sularında İstanbul’a ulaştırması.
Bu kısmın hemen hepsi gece karanlığında geçtiği ve sadece 11-12km’sini koştuğum için yukarıdaki kadar detaylı anlatmam mümkün değil. Ancak önemli gördüğüm birkaç noktayı belirteceğim.
Bir şeyin kolay olacağına önceden kendimizi şartlandırmışsak, evdeki hesap çarşıya uymayıp da bazı zorluklarla karşılaşınca o zorluklar gözümüzde büyür, direncimiz kırılır ve motive olmakta zorlanırız. Oysa bir şeyin zor olacağını önceden bilir, bunun için gerekli önlemleri alır ve zihinsel hazırlığı yaparsak çoğu zaman o zorlukla mücadele edebilir ve sandığımızdan daha kolay bir şekilde üstesinden gelebiliriz.
60K’tan sonra başımıza geleni sanırım en iyi bu şekilde açıklayabilirim. Bir uzun mesafe koşucusu gözüyle parkur eğim grafiğine bakınca 60K’dan sonrası göl kenarında düz bir yolda göreceli olarak “rahat” geçecek ve hızlı tamamlanacak gibi gözüküyordu. Ben de dahil olmak üzere sanırım hepimiz bu düşüncelerle İznik’e gitmiştik ama bir kez daha evdeki hesap araziye uymadı ve beklemediğimiz şartlarla karşılaştık.
Neydi bu şartlar? O gün için çamurdu; ayağa yapışıp bırakmayan çok ciddi bir çamur. Kısaca anlatmak gerekirse, zeytin ağaçları arasından giden toprak yollardan geçen traktörler zemini o kadar bozmuş ki bunun üzerine gelen yoğun yağışlarla zemin çoğu yerde yürümesi bile zor bir hal almış. Uzun ve yorucu bir günün sonunda bu beklenmedik durum bizi hem fiziksel hem zihinsel anlamda hazırlıksız yakalayınca bir süre gafil avlandık. Neyse ki iyi bir ekip çalışması ile çabuk toparlanıp tahminlerden oldukça geç de olsa parkuru tamamlamayı başardık. Yoksa bütün çabaya rağmen ağzımızda buruk bir tat kalacaktı.
Bugünden geriye bakınca Mert’in tek başına Ankara’dan gelip o performansın ve yorgunluğun üzerine tekrar gece Ankara’ya dönecek kadar bu işe gönül vermesi, Caner’in fiziksel performansı bir kenara, en küçük detaya kadar projeyi planlaması ve en umutsuz anlarda bile soğukkanlılığını koruyup hedeften şaşmaması, Ilgaz’ın sakatlığı yüzünden fazla koşamamasına rağmen tüm boşlukları hemen kapatıp nerede desteğe ihtiyaç varsa o tarafa omuz vererek ekibi adeta bir tutkal gibi bir arada tutması aklımda kalmış.
Bunların haricinde bu deneyim bazı şeyleri de tekrar hatırlattı. Örneğin araziye çıkınca, hele de bu mesafeleri koşarak gitmeye çalışınca, her şeye mümkün olduğunca zihinsel olarak hazırlıklı olmak ve kağıt üzerinde “kolay” gözüken durumlara fazla güvenmemek gerekli. Fakat her şeye de hazırlıklı olmak her zaman mümkün değil. Hazırlıksız yakalanılırsa, soğukkanlılığı elden bırakmadan ve olumsuz düşüncelere boyun eğmeden, sadece adım adım hedefe doğru ilerlemeye odaklanmak gerek. Bunu o anlarda yapmanın şu anda yazmak kadar kolay olmadığı bir gerçek fakat bunu yapabildiğimizde işler bir süre sonra yoluna giriyor.
İnişiyle, çıkışıyla, göl, orman ve dağ manzaraları ile parkur tek kelimeyle harika. Doğruyu söylemek gerekirse biz parkuru belki de en zorlu şartlarda geçmeye çalıştık. Yarış günü hava şartları daha uygun olacağı gibi, kar/buz sorunu olmayacak ve büyük ihtimalle çamur da daha az olacaktır.
Bu uzun yazıyı daha da fazla uzatmadan bir toparlama yapmaya çalışayım. Eğer amacınız dereceye girmekse zaten tecrübenizle aşağıdaki tavsiyelere ihtiyacınız olmaz. Bunlar daha çok ilk ultra maratonlarını deneyecek ve 60K/126K parkurlarını sadece tamamlamak amacıyla koşacaklar için bu yarış özelinde birkaç tavsiye. Genel olarak 126K koşacaklar için yazılmış olsa da 60K’cılar da kendilerine uyarlayabilirler.
- Eğer bu konuda çok tecrübeniz yoksa ilk 60K’daki yokuşların çoğunu yürüyüp bacaklarınızı ve enerjinizi ilerleyen bölüme saklayın. Evet, ikinci yarıda pek tırmanış yok ama yerçekiminden faydalanacağınız iniş de bulunmuyor.
- Biri 30K diğeri 52K civarında her biri 5-6K uzunluğunda ve neredeyse tümü hızlı koşulabilir inişler var. Uzun tırmanışlardan sonra zaman kazanmak için buraları hızlı koşmak çok cezbedici gözükebilir ama bunu yaparken üst ön bacak kaslarınız iflas ederse ikinci yarıda çok zorlanırsınız. Bu inişleri kontrollü inmenizde fayda var.
- Beslenme ve su istasyonlarının yerlerine dikkat edip önceden planlamanızı yapın. Eğim, hava ve zemin şartlarına göre en kötü ihtimalleri düşünmeniz sizi sürprizlerden korur.
- Yarışın sitesindeki zorunlu malzeme listesine bakıp “buna da gerçekten gerek var mı” diye düşünüyorsanız, tecrübe etmiş biri olarak bütün malzemelere gerek var ve/veya o günkü şartlara göre gerek olabilir.
- Göl seviyesi ile en tepe noktalardaki sıcaklık ve sert rüzgar dolayısı ile hissedilen sıcaklık çok farklı. Günün değişik saatlerindeki sıcaklık da doğal olarak farklı olacak. Ayrıca hava soğuk olmasa bile uzun saatler koştuktan sonra vücut kendini ısıtmakta zorluk çekecek, buna hazırlıklı olmanızda fayda var.
- Eğim grafiğine bakıp 60K’dan sonrasının “kolay” olacağı şeklinde bir düşünceniz varsa bunu kafanızdan atın. 60K’dan sonrasını “yeni bir yarış” olarak düşünün çünkü ilk bölüme göre şartlar oldukça değişik olacak. Yağış durumuna göre az veya çok çamur olabilir fakat bunun dışında bazı faktörler de devreye girecek. Yorgunlukla beraber karanlıkta giderken zeytin ağaçları arasında navigasyon dikkat ve konsantrasyon gerektirecek. Ayrıca uzun kilometreler boyunca düz yolda gitmek hep aynı kaslar üzerine yük bindireceği için tahmin edilenin aksine oldukça zor olacak.
Son olarak eğer uzun mesafeler koşan biri olarak bir ultra maraton denemeyi düşünüyorsanız bundan iyi fırsat olamaz. Fakat hala kararsızsanız ve şu an için kendinizi hazır hissetmiyorsanız, tavsiyem bu yarış için (veya Mayıs’taki Çekmeköy 60K için) istasyonlarda gönüllü olun. Yarış ortamının, parkurun ve yarışmacıların bakış açılarının yol maratonlarına göre ne kadar farklı olduğunu gördükçe ya “bu iş bana göre değil” diyeceksiniz ya da “bunu mutlaka benim de denemem gerek” diye düşüneceksiniz. Her iki ihtimalde de kafanızdaki soru işaretlerinin birçoğu silinecek. Diğer taraftan bakınca da, yarışta koşan biri için istasyona geldiği zaman orada uzun mesafe koşmanın ne demek olduğunu bilen birini görmek çok önemli bir artı olacak.
İznik’te görüşmek dileği ile herkese iyi antrenmanlar!
Teşekkürler Aykut, yazı çok işimize yarayayacak 🙂