Koşmaya karar verdiğimde evde iki tane spor ayakkabım vardı. Daha rahat olanı giyip koşmaya çıkmıştım. O zaman bilmiyordum ama ilk koşum sırasında ayağımda olan ayakkabı bir tenis ayakkabısıymış. Bir iki antrenman sonra yeni başlayan bu merakı biraz motive etmek adına bir ayakkabı almaya karar verdim. Neyse ki o yıllarda spor mağazalarında ayakkabılar, koşu, tenis, futbol, basketbol gibi kategorilere ayrılmış bir şekilde sunulmaya başlamıştı. Üstünde “koşu” yazan rafa gittim ama nasıl bir şey almam gerektiği hakkında bir fikrim yoktu. Olayın tamamını hatırlamıyorum ama muhtemelen, “şu soldaki kırmızı renkli olan çok güzel görünüyormuş, 44’ü var mı” ile başlayan ve “bu ayağımda iyi durdu ya, hem de rahat” ile sonlanan bir alışveriş sonucunda şık ve profesyonel görünümlü bir koşu ayakkabısı ile eve dönmüşümdür. Birçok koşucu için olayın başlangıcı yaklaşık böyledir diye düşünüyorum. Bir süre sonra meraklı olanlar okumaya araştırmaya başlar. İlk karşılarına çıkan kavramlar “içe basma/pronasyon” ve “ayak kemeri” olur. Aslında bu konuda Türkçe kaynak bulmak çok zor, dolayısı ile yabancı kaynaklardan bilgi edinmeye başlandığından bu kavramlara “pronation” ve “arch” şeklinde rastlanır. “Şu kırmızı olan” veya “güzel duran” kavramları fazlasıyla muğlak olduğundan dilerseniz biz de konuya bu kavramlarla başlayalım.
Pronasyon, anatomide ayağın rotasyonel hareketine verilen isimdir (aslında kolun da benzer hareketine aynı isim verilir). Adım atış sırasında vücudun ağırlığının nasıl dağıtılacağı ile ilgilidir. Ayak yere bastığı andan itibaren bilekten içeri doğru hafifçe döner. Bu dönme hareketi üç şekilde olabilir. Overpronation; yani ayağın içeri doğru çok fazla dönmesi, neutral/normal pronasyon; dönme hareketinin çok az, gerektiği kadar olması, supination; dönme hareketinin ters yönde yani dışarı doğru olması (underpronation olarak da anılır). Haliyle ayak bileğinin dönme hareketinin bu isimlendirmelerine karşılık insanlar da overpronator, neutral ve supinator olarak üç gruba ayrılır. Kişinin hangi gruba girdiğini belirlemenin yolu bir koşu bandında koşarken ayak hizasında arkadan videoya kaydedip yavaş çekimde hareketi izlemektir. Böylece ayağın ve bileğin hareketi kolayca görülebilir. Birçok ülkede neredeyse tüm büyük ayakkabı mağazalarında bu olanak mevcut. Ülkemizde bu uygulamaya rastlamak çok zor. İstanbul’da bir iki yerde olduğunu biliyorum sadece. Böyle bir yönteme başvurulamadığında ise gündeme ayak kemeri ya da daha sık duyulan şekliyle “arch” geliyor. Ayak kemeri yüksek olmayan hatta tabanı neredeyse düz olan kişilerin overpronator, aşırı derecede yüksek olanların ise supinator olarak varsayılırlar. Kemer yüksekliği normal seviyede ise kişi neutral olarak kabul edilir. Tüm bu pronasyon yaklaşımının sonucunda varılmak istenense kişi için ne tür bir ayakkabının uygun olduğunu belirlemektir. Kişiyi bu kategorilerden birine soktuktan sonra ona ilgili kategoriye uygun ayakkabı önerilir. Ciddi miktarda overpronator olanlara “motion control” (hareket kısıtlayıcı) ayakkabılar, daha az overpronator olanlara “stability” veya “support” (sabitleyici veya destekleyici) ayakkabılar, supinator olanlara “cushioned” (yastıklama özelliği olan) ayakkabılar ve son olarak neutral olanlara da “neutral” ayakkabılar önerilir. Hangi kategoriden giymek gerektiği öğrenildikten sonra o kategoriden birkaç ayakkabı denenir ve en rahat hissedilen alınır.
Ayakkabılarla biraz detaylı ilgilenmeye başlandığında ilk olarak yukarıdaki paragrafta özetlediğim konu ve bu konuyla ilgili kavramlar ile karşılaşılmasının nedeni son 30-40 yıldır ayakkabı endüstrisinin tüm yaklaşımlarını “pronasyon” kavramı üstüne kuruyor olmasından kaynaklanıyor. Aslında bu tarihten önceki ayakkabıları kesip incelesek göreceğimiz şey düz bir tabandır. Ne hareket kontrolü, ne kemer desteği, ne topuk süngeri; sadece düz plastik bir taban. 1970’lerde pronasyon konusuna ilk dikkat çekenlerden biri o zamanlar koşu konusunda en çok güvenilen isimlerden biri olan George Sheehan olmuştu. Normalden fazla olan pronasyonun “koşucu dizi” denen sakatlığın kaynağı olabileceğini ortaya atmıştı. Aslında doğru bir şey söylüyordu; koşarken topuğun üstüne iniyorsanız pronasyon normalden fazla oluşur. Bu söylemlerden sonra ayakkabı endüstrisi uzun süredir beklediği ışığı görmüş ve pronasyonu tamamen ortadan kaldırmak için araştırmalarına başlamışlardı. Aslında belki de tek yapmaları gereken topuk vurmayı engellemeye çalışmakken, aksine topuk vurulduğu durumda ortaya çıkan pronasyonu ortadan kaldırmak için tüm araştırma geliştirme ekiplerini çalıştırdılar. Sonuçta, olağanüstü mühendislik harikaları olan neredeyse sizin yerinize adım atan ayakkabılarla çıkageldiler. İşte o gün bugündür, biraz meseleye derinlemesine giren her koşucu pronasyon, hareket kontrolü (motion control), ayak kemeri desteği, topuk yastıklaması gibi kavramlarla ve yukarıdaki üç kategoriyle tanışmak durumunda kaldı.
Başlardan beri bu konuda karşıt fikir ortaya koyanlar da oldu tabii ki. Bunlara göre, aslında normal bir hareket olan pronasyonun tamamen ortadan kaldırılmaya çalışılması bu sefer normal olmayan ayak hareketlerine yol açıyordu. Açıklamaları şöyle devam ediyordu: “Ayak kemeri aynen köprülerdeki kemerler gibi çalışıyor, üzerine yük bindiğinde daha sıkılaşıyor ve daha sağlamlaşıyor. Bu sıkılaşma sırasında yüksekliği bir miktar azalıyor ve şoku emiyor. Bu esneme bileğin de hafifçe içeri dönmesini gerektiriyor. İşte bu olması gereken hareket, yani pronasyon. Sadece nüfusun %2-3lük bir kısmında ayağın bu davranışında doğuştan gelen bozukluklar olabiliyor. Bunun dışında fazlasıyla yastıklama yapan, tabanı çok yumuşak ayakkabılar yerine herhangi bir yetişkini çıplak ayakla koşturduğunuzda pronasyonun olması gereken kadar olduğunu görüyorsunuz.” Ama bu sesler kocaman bir kalabalığın içinde oldukça cılız kaldı ve 30-40 yıl boyunca inanılmaz yatırımlarla ayağın her hareketini ölçen ve kısıtlayan ayakkabılar üretildi. Tabanında mikroişlemci olan ve her adımda hızla hesaplamalar yapıp sertliği ayarlayan modeller bile üretildi. Bu tartışmayı kazanan tarafın söylemi şu iki cümle ile özetlenebilir: 1. pronasyonun fazlası sakatlıklara neden olur, 2. koşu ayakkabıları pronasyon davranışını değiştirebilir. İkincisini sağlamak için her üretici mikroişlemciler kullanmadı tabii ki. En çok kullanılan yöntem orta tabanın (midsole) kemer altına gelen bölümünde daha sert bir malzeme kullanmaktır (buna “medial post” deniyor).
Aldığınız ayakkabının orta tabanında, ayak kemerinin altına gelen kısımda, tabanın geri kalanından ayrı renkte bir bölüm görüyorsanız işte o ayakkabıda medial post vardır, yani ayakkabı hareket kısıtlayıcı (motion control) veya sabitleyici (stability) kategorisindedir. Örneğin Kinvara neutral ve cushioned (yastıklaması bol) bir ayakkabıdır, Fastwitch 5 ise medial post’a sahip bir stability ayakkabısıdır (orta tabanındaki gri bölüme dikkat edin).
Konu buraya gelmişken ayakkabıların taban bölümlerine biraz girmekte fayda var. Koşu ayakkabılarının tabanları 3 parçadan oluşuyor.
Biri Türkçede tabanlık dediğimiz iç taban (insole), diğeri ayakkabının dışarıdan bakıldığında görünen kalın alt kısmı olan orta taban (midsole), sonuncusu ise tabanın dayanıklılığına doğrudan etki eden ve genelde orta tabanın altında renkli görünen ince kısım olan dış tabandır (outsole). Aslında bunlardan en çok etkili olanı orta tabandır (midsole) ve ayakkabının tipine/kategorisine ek olarak bu kısmın sertliği de koşucu için çok önemlidir. Dış taban, tabanın dolayısı ile ayakkabının dayanıklılığını etkileyen bir bölümdür. Bu kısımda kullanılan malzemeler daha dayanıklı ama daha ağırdır. Dayanıklılığı artırmak için bu kısma eklenecek daha fazla plastik ayakkabıyı biraz daha ağırlaştırabilir.
Ayakkabılar konusunda üçüncü bir seviye daha derine inmek isteyen koşucuların karşılaşacakları kavramlar, karşıt seslerin dile getirdiklerinin bir toplamı olan “minimalizm” ve “çıplak ayak” kavramlarıdır. Eski ve yeni karşıt seslerin, araştırmaların tümünü keyifli bir dille “Born To Run” kitabında toparlayan Christopher McDougall, bu yeni kavramların tüm dünyada yankılanmasına neden olmuştur. Yakışanı ve rahat olanı almanın doğruluğundan şüphelenip, pronasyon ve ilgili kavramlara ulaşanlar, sonrasında da bu yaklaşımlardan şüphelenip “minimalizm” hareketine ulaşırlar. Yola başladıkları noktada kendi şüphelerini destekleyen “hareket kontrolüne dayalı ayakkabıların ne kadar gelişirlerse gelişsinler sakatlıkları azaltamadıkları” gerçeğiyle karşılaşırlar. Bu gerçeğin gerekçesi ise ne kadar araştırma yapılırsa yapılsın halen belirsizdir. Yani koşucu sakatlıklarının azalmaması sadece ve doğrudan ayakkabıların hareket kontrolünün etkisizliğinden midir, bu bilinemiyor. Çünkü çok fazla değişken var ve henüz her şey her yönüyle araştırılamadı. İşte minimalizm konusunda okumaya başlarken bu son cümleleri akılda tutmakta fayda var.
Peki nedir bu minimalist hareket ve minimalist ayakkabı? Öncelikle bu yaklaşım pronasyon kontrolüne yönelik ayakkabı üretmenin/seçmenin yanlış bir yöntem olduğunu ve ayakkabıların topukta daha yüksek olmasının yanlış adım atmaya neden olduğunu savunur. Topukta daha yüksek olmak mı? O da ne? Ayak hareketini kontrol etme derdinde olan üreticilerin bir başka kaygısı da yastıklamadır. Ayak yere her vurduğunda bir tepki ile karşılaşır. Üreticiler de bunun zararlı olduğunu düşünüp oldukça yumuşak ayakkabılar üretmişlerdir. Hatta adım hareketini yere topukla basmak şeklinde yorumladıklarından yastıklamayı bu kısımda daha fazla yapmak için tabanın topuktaki kısmını ön kısmından oldukça kalın üretmişlerdir. Bugün standart koşu ayakkabılarının çoğunda durum böyledir. Taban kalınlığını orta taban (midsole) ve dış taban (outsole) kalınlıklarının toplamı olarak düşünelim. Ayağın ön kısmında, parmakların bittiği noktadaki taban kalınlığı ile topuğun artasındaki kalınlığın farkına “heel drop” (topuk farkı) deniyor. Bazı iç tabanların (inslole) her yeri eşit kalınlıkta olmayabiliyor, bu nedenle topuğa ek yükseklik kazandırabiliyorlar. İşte minimalizm yaklaşımının dertlerinden en büyüğü de bu topuk farkı. Çünkü bu fark nedeniyle normalde topuğuyla yere inmeyecek birçok koşucunun topuk vurduğunu düşünüyorlar. Ayrıca bu yüksek topuklar pronasyonun normalde olacağından daha abartılı olmasına neden oluyor. Bir başka konu ise tabanın kalın ve yumuşak olması. Böyle bir taban ile ayağın yeri hiç hissedemeyeceği dolayısı ile adım atış sırasında zemine göre gereken önlemleri alamayacağından söz ediyorlar.
Aslında bu son nokta çok ilginç. Daha 1980lerde yapılan araştırmalar ayağın yere çarpma kuvvetinin yumuşak veya sert tabanlarda hiç fark etmediğini hatta taban ne kadar yumuşaksa zeminden ayağa uygulanan tepki kuvvetinin tepe noktasının o kadar yüksek olduğunu ortaya çıkarmış. Yani kısacası ayakkabı tabanı ne kadar yumuşaksa beyin kendini o kadar rahat hissedip yere daha hızlı vuruyor. Oysa sert zemini algıladığında adım atış şeklini ona göre uyarlıyor. Buna örnek olarak jimnastikçilerin sert, dolayısı ile sabit (stabil) zeminleri tercih etmesi gösteriliyor. Ayakları yere değer değmez sabitlemek için sert bir zemine ihtiyaç duyuyorlar. Minimalist söyleme göre, aynı şeyi koşarken her adımda bizim ayaklarımız da arıyor.
Özetle; hareket kontrolü olmayan, topuk farkı ve yastıklaması çok az veya sıfır olan ayakkabılar minimalist olarak adlandırılıyorlar. Gerçi bu akımın/yaklaşımın en uç ve ateşli savunucuları tamamen çıplak ayakla koşmanın asıl yapılması gereken olduğunu, çorap bile giymenin bunu bozacağını söylüyor. Ama birçok minimalist savunucusu da doğduğu günden bu yana yastıklamaya sahip tabanlı, yüksek topuklu ve hareket kontrollü ayakkabılar giyen insanların o noktaya hızla gelemeyecekleri dolayısıyla ara formlarda ayakkabıların da önemli olduğunu savunuyorlar. Tamamen çıplak ayakla koşmayı bir kenara bırakıp minimalist ayakkabıları biraz inceleyelim isterseniz. Bunlar tek bir isimle çağrılıyorlar ama aslında aralarında farklar olan küçük alt gruplardan söz etmek yanlış olmaz. Üç ana gruptan söz edilebilir: (1) Topuk farkı sıfır olan ve hiç yastıklaması olmayanlar, (2) topuk farkı sıfır olan ama bir miktar yastıklamaya sahip olanlar ve (3) topuk farkı çok az yani 0-6 mm arası olan geçiş ayakkabıları. İlk gruba örnek olarak Merrell Trail Glove ve New Balance Minimus Trail verilebilir. Bunların tabanı koşucunun zemini olabildiğince çok hissetmesini sağlayacak şekildedir. Taban kalınlıkları genelde 7-11 mm arasıdır. Hem topuk farklarının sıfır olmasından hem ağırlıklarının 200 gramı geçmemesinden hem de zemini tamamen hissetmeye yol açmalarından dolayı “barefoot style” (çıplak ayak tarzı) ayakkabılar olarak anılırlar. İkinci grup ise topuk farkının sıfır olmasını göze alabilen ama biraz yastıklamaya ihtiyaç duyan minimalizm eğilimli koşuculara yöneliktir. Taban kalınlıkları 12-16 mm arasıdır. Merrell Bare Access ve New Balance Minimus Road bu gruptaki ayakkabılara örnektir. Son grup ise topuk farkının sıfır olmasına adapte olamamış ama geçiş yapmak isteyenlere yönelik ayakkabıları içerir. Taban kalınlıkları topukta 16-24 mm arasıdır ve topuk farkları genelde 6mm’den azdır. Bunlara örnek olarak Saucony Kinvara ve New Balance 730 verilebilir. İlkinin taban kalınlıkları topukta 23 mm, önde 19 mm (fark 4 mm) ikincinin ise topukta 16 mm, önde 13 mmdir (fark 3 mm).
Topuk farkının geleneksel ayakkabılardan az olması, geçiş yapmak isteyen koşucular için önemli bir risk taşır. Geleneksel ayakkabılarda (bu tarz ayakkabı giyenler genelde topukla iner ama tabanın ortası ile yere inen koşucular da olabilir; her iki şekilde de) ayak yere ilk bastığı andan itibaren topuk yerdedir ve aşil tendonu ile kalf kasları esnemez. Oysa topuk farkı az veya sıfır olan ayakkabı ile ayak yere basarken aşil ve kalflar esnemek durumundadır. Topukla iniliyor olsa bile ayağın alıştığı noktadan daha aşağıda olacağından bu esneme oluşur. Hele ayağın önü veya ortasıyla yere iniliyorsa (ki minimalizme geçiş amaçlarından biri de doğru adım şekline ve forma kavuşmak, dolayısıyla bu şekilde yere basmaktır) bu esneme daha da fazla olacaktır. Özetle, bu ayakkabı kategorisine geçişte acele edilir ve fazla mesafe koşulursa bu harekete alışık olmayan bacaklar ya aşırı derecede yorulacak ya da sakatlanacaktır.
Aslında yukarıdaki paragrafta sözü edilen esnemeden biraz daha bahsetmek istiyorum. Çünkü böylece, adım sırasında topuk vurmanın verimsiz bir koşu tarzı olduğu, ayağın önüyle veya ortasıyla yere inmenin ise aksine çok verimli olduğu söylemine biraz açıklık getirmiş de olacağız. Bu konuda tek bir yerde detaylı bir yazı veya gösterim görmedim bugüne kadar. Yandaki çizim bu nedenle bana ait. Ama okuduğum birçok şeyde bu konuya bir şekilde değinildiğini gördüm. Dolayısı ile anladıklarımı yazacağım, yanlışım varsa okuyanlar düzelteceklerdir. Koşarken adım hareketinin verimli olması demek boşa giden enerjiyi aza indirmek demektir. Aslında insan bacağı ve dolayısı ile koşu adım biçimi bunun için ideal hale gelmiştir. Ayak yere bastığı anda vücudunun ağırlığı diz ve ayak bileği tarafından emilen enerji ile dengelenir. Emilen bu enerji sonraki adıma başlarken ileri doğru atılmak ve hızlanmak için kullanılır. Tabii bunun olabilmesi için çizimde üç farklı renkle gösterdiğim bacağın iki bölümü ve ayağın Z şeklinde bir yapı gibi yere inmesi gerek. Böyle olursa diz ve bilek birer yay gibi esneyip enerjiyi depolayabilirler. Soldaki adım gibi bir adımda ise her iki yay benzeri yapı da kullanılamamaktadır. Hatta ileri doğru giden vücut topuk yere değdiği anda geriye doğru bir tepki görür. Bu yüzden de verimsiz bir koşu şeklidir. Aslında doğrudan bu konuda bir şey okumadım dedim ama tamamen bu konuya değinen Mark Cucuzzella’nın aşağıdaki videosunu izlemenizi öneririm.
Koşu formu ve adım atışı üzerine Dr. Mark Cucuzzella’nın videosu
Ayakkabılar ve dolayısı ile adım atışı ile ilgili bu konuda okumak isteyenlere başlangıç noktası olsun ve bu konudaki kavramların çoğu bir yerde toplansın diye yazdığım bu yazıyı bitirirken birkaç konuya açıklık getirmek istiyorum.
– Öncelikle her insanın adım atış biçimi birbirinden farklıdır. Hatta o kadar farklıdır ki, gerçek teknolojik kavramları romanlarında kullanmasıyla tanınan Cory Doctorow, “Little Brother” kitabında güvenlik yöntemi olarak adım algılama sistemlerinden söz eder. Bahsettiğimiz farklar bilgisayarların algılayabileceği düzeyde çok küçük detaylarda gizli de olsa adım konusunda genellemeler yaparken bunu anımsamakta fayda var.
– Geleneksel ayakkabılar kötüdür, pronasyon kontrolüne yönelik üretilen ayakkabıları kullanmak ve buna göre yapılan kategorizasyon/seçim yöntemi yanlıştır demiyorum. Ama yazıdaki cümleleri kuruş şeklimden de anlaşılacağı gibi karşıt fikir olan minimalist yaklaşımın daha doğru ve mantıklı olduğunu düşünüyorum.
– Minimalist akımlardan çok fazla etkilenip hızla değişimlere yönelmedim. Ama koşarken kullandığım ayakkabılarda kontrolün azalmasına dikkat ediyorum. Şimdilik geçiş tarzı ayakkabılar kullanarak, adım şeklim ve koşu formum üzerinde çalışıyorum.
– Şunu unutmamak gerekir ki, tüm bu akımlara ve hatta Born To Run kitabının satış rakamlarına rağmen koşu ayakkabısı sektörünün %85’i hala geleneksel ayakkabılar üzerine dönüyor.
– Ve koşucu sakatlıklarının sayılarında veya çeşitlerinde on yıllardır çok fazla değişiklik olmuyor. Minimalist akımlardan sonra bile bu değişmedi. Çünkü sakatlıklara neden olma veya onlardan korunma konusunda asıl etken ayakkabı değil insan.
– Yazının sonunda tek tek referanslara yer veremeyeceğim, çünkü çok sayıda yerde şimdiye kadar okuduğum ve kafamda karmakarışık duran şeyleri yazıya döktüm. Ama özellikle dönüp dönüp okuduğum birkaç kaynağı belirtmem şart. Pete Larson’un Runblogger isimli blogundaki yazıların neredeyse tümü, yine Pete Larson’un Bill Katovsky ile birlikte yazdığı (şu an halen okuyorum) “Tread Lightly” kitabı ve tabii ki “Born To Run“.
Not: Çizimlerin nereden alındığı belirtilmiştir ve alındıkları sayfalara bağlantı içerirler. Tıklayarak orijinal yerlerinde görebilirsiniz. Yazının ana fotoğrafı Başak Gürbüz Derman‘a aittir.
Eline sağlık, çok güzel yazı.
Ben cahil cesareti aldığım Merrell’lardan ağzımın payını aldım. Biraz zaman kaybı oldu. Şimdi makul bir geçiş için çabalıyorum. Belki herkes için adaptasyon bu kadar zorlu olmuyordur belki. Ama benim tecrübem bu işin, reklamının yapıldığı kadar kolay ve tehlikesiz olmadığı. Anatomik olarak daha makul olduğu çok net. Ama 35 yaşına kadar uzay teknoloji ayakkabılarla space walk yapıp, sonra barefoot’a geçmek çok sancılı ve belki (bilmiyorum) zararlı dahi olabilir. Ama kızımı koşuya bunlarla başlatmakta tereddüt etmem.
Koşuyla arası limoni olup; yoğun motivasyona ihtiyacı olanlar için, barefoot’a hazırlıksız geçiş, yıldırıcı olabilir. Bir çuval inciri berbat edebilir.
Şimdilik barefootlarımı görebileceğim bir yerde muhafaza ediyorum. Vakti gelince sahne onundur.
Oldukça bilgilendirici bir yazı, özellikle spor ayakkabı satışı yapan tezgahtarlara mutlaka okutmak gerek 🙂 Cidden, minik “koşturmaca” flyer’ları yaptırıp özellikle yazıda bahsi geçen markaları satan mağazalara dağıtmak, hem satıcı hem de kullanıcılar için çok faydalı olacağı gibi sayfanın bilinirliğini de ciddi biçimde arttırır.
Yazının sonundaki, sektörün %85’inin geleneksel ayakkabı satışlarından oluştuğuna bir ek yapmam lazım. Bu her zaman böyle olacaktır, çünkü dünyadaki koşucuların %85’i de geleneksel tiplerdir. Ne kadar da faydalarından bahsetseniz, koşuyu türlü nedenlerle çok da düzenli olmayan aralıklarda yaparlar. Önemli bir bölümü aşırı kilolu olduğundan tank gibi ayakkabıları özellikle tercih eder vs.. Hal böyle olunca minimalist yaklaşım en fazla %10’luk bir kesimden beklenmelidir ve zaten sadece onlara fayda sağlayabilir. Biraz elitist bir yaklaşım gibi gözükse de gerçek bana göre bu.
Mark kardeş iyi konuşmuş katılıyorum .
75 km den sonra dizleri düzeltmişim hiç ağrım yok, fakat ayak bileğinde sorunlar var şimdide, o yüzden bütün yazılara yeniden hatim indiriyorum.Nerede yanlış yaptık diye.Olacak, olacak,inanıyorum.
Sayenizde, teşekkürler.
Teşekkür ederim. benim gibi koşmaya yeni başlayan birisi için “oldukça” faydalı bir yazı okudum, teşekkür ederim 🙂
Merhaba,
Bir çok şey okudum, bu işte çok eski sayılmayacağım gibi yeni de değilim. Henüz 20k’lara ulaşıyorken çok ağrı çekiyorum. Bu da motivasyonumu etkiliyor.
https://www.runningshoesguru.com/2015/01/skechers-go-run-4-review/
Skechers Go Run4 almayı planlıyorum. Aramayı bu şekilde daralttım. Ne dersiniz? Ya alternatif öneri?
Merhaba; ileri derecede pes cavus sorunum var (çukur taban, yüksek kavis, high arch), düzenli ve uzun mesafe yürümek istiyorum, kadın ayakkabısı olarak önerebileceğiniz ayakkabı marka ve modeli var mı? Teşekkür ederim.